Bu Blogda Ara

7 Haziran 2013 Cuma

Osmanli'da Mucevher

Osmanlı'da Mücevher

Türkler mücevheri kağıt para gibi kullanırdı. Ticaret amacıyla yaptıkları yolculuklarda kağıt para yerine yanlarında mücevher götürür ve bunları satarak iş görmeyi yeğlerlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişmesi ve zenginleşmesi ile İstanbul’da mücevhercilik önem kazandı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde ve daha sonraki yıllarda İstanbul, dünyanın önemli mücevher üretim merkezlerinden biri oldu. Bu dönemde, imparatorluğa yeni katılan bölge ve ülkelerde yaşayan toplumların birikimleri de eklendiğinden, kuyumculuk ürünlerinin çeşitlerinde belirgin bir artış oldu.
Osmanlı topraklarında yaşamış çok sayıda etnik kimliklerin kültürünü ve binlerce yıllık uygarlıkların izlerini taşıyan Osmanlı kuyumculuğu, bu uygarlıklardan esinlenerek kendi özgün takılarını üretti. Ancak tek tanrılı dinlere geçişten sonra, ölülerin takıları ile birlikte mezara gömülmesi geleneği ortadan kalktığından, günümüzde Selçuklu dönemi veya Osmanlı dönemi başlangıcına ait takı örnekleri yok denecek kadar az…

Ekonomik zorluklar döneminde ise, hazine dairesindeki kıymetli eşyaların, takıların satılması, altınların eritilmesi gibi olayların Osmanlı döneminde çok sık gerçekleştiği biliniyor.Özellikle savaş öncesi başvurulan bu uygulama nedeniyle Anadolu’daki Türk döneminin takı ve süs tarihi de ayrıntılı bilinmiyor.



Saray kuyumcusu olan Evliya Çelebi’nin babası da hazinenin böyle bir amaçla tüketildiğini bizzat yaşamış. Ancak Orta asya’da değişik ülkelerde yaşayan, Türkmen, Özbek gibi Türk boylarının günümüzde hala ürettikleri ve kullandıkları takılar, Selçuklu Osmanlı dönemi öncesinden günümüze kadar uzanan takı kültürü konusunda bize ışık tutuyor.

OSMANLI’DA İLK KUYUMCULUK FUARI

Onbeşinci yüzyıldan başlayarak, doğal güzellikleri ve koruları ile ünlenen Kağıthane,Lale devrinde İstanbul’un en popüler yeri haline geldi. Halkın vazgeçilmez eğlencesi olan Kağıthane mesiresi, bütün İstanbullu’yu kendine çeker, mevsiminde Kağıthane’ye gelmek için insanlar günler öncesinden hazırlık yaparlardı.


Avrupalıların “Tatlı Sular Vadisi” dedikleri Kağıthane’nin ünü İstanbul sınırlarının dışına taşmıştı. Arap, Acem, Hint, Yemen, Habeş yani Asya ve Afrika seyyahları arasında gözde bir mesire yeriydi. İngiliz seyyah Miss Julia Pordoe, 1839 da kaleme aldığı “Boğaz’ın Güzellikleri” kitabında o dönemin Kağıthane’sini şu sözlerle tasvir ediyor:”Vadi, her yandan yüksek tepelerle çevrilidir. Ulu ağaçlar, geniş dallarını çayırın üzerine uzatmışlardır. Pırıl pırıl akan Kağıthane deresi, vadinin yeşilliği bol bir yerinden çıkar ve yeşil çimenlerin arasında, bir gümüş tel gibi uzanır. İnsan bu manzarayı görür görmez, buranın bir piknik yeri olarak yaratıldığı kanısına varır. Uzun ve güneşli bir yaz gününün, Kağıthane’den başka, dünyanın hiçbir yerinde, daha güzel geçirilebileceğini sanmıyorum.”

Eğlenceleri ve mesireleriyle ünlü Kağıthane, aynı zamanda tarihteki ilk kuyumculuk fuarına da mekan oldu. 1500 lü yılların başından itibaren uzunca bir süre, Kağıthane’de 5-6 bin çadır kurularak şenlikler yapılırdı. Yirmi gün süren şenliklerde kuyumcu çavuşları diğer illere gönderilir, birçok kuyumcu Kağıthane şenliklerine davet edilirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun dört bir yanından gelen usta kuyumcular mesirede hünerlerini sergilerdi. En çok beğenilen eserin ustası da “Baş Kuyumcu” olarak adlandırılır ve mesireye bizzat katılan padişah tarafından 12 keselik altınla ödüllendirilirdi.

Evliya Çelebi dünyaca ünlü seyahatnamesinde, Kağıthane civarında düzenlenen Kuyumcular mesiresi’ni kendine has üslubuyla şöyle anlatıyor:
“Osmanlı Devleti dahilindeki bütün kuyumcular bu mesireye yardımda bulunurlar. Üç yüz kese altın kadar masrafı olur. Oniki bin kadar çeşitli mezhebin halife ve postnişleri büyük bir topluluk meydana getirirler. Bu Kağıthane çayırında kuyumcu esnafı, Süleyman Han kanunu gereğince toplanarak sohbet ederler.
Bizzat Osmanlı padişahı dahi gelerek çadırını kurunca, kuyumcubaşına on iki keselik bir hediye vermek Süleyman Han kanunu gereğidir. Çünkü Süleyman han şehzadeliği zamanında, Trabzon şehrinde Rum Konstantin yanında çalışarak kuyumculuk öğrenmiştir. Onun için halifeliği sırasında Saka çeşmesi yakınında kuyumcu dükkanlarını yaptırmıştır. Kuyumcu halifelerinden oniki maharetli usta, önce padişahın, sonra şeyhülislamın, sonra diğer büyük vezirlerin ellerini öperler. Sonra kuyumcubaşı cevahirle işlenmiş küçük bir okuma masası, divit,eyer, kılıç ve hançer gibi hediyeleri padişaha sunar. Velhasıl bu Kağıthane vadisinde beş, altı bin çadır kurulur. Vadi bu yirmi gün içerisinde insan denizi kesilir…
Bunlara yirmi yılda bir gezinti verilerek devlet hazinesinden on kese akça, davulcu ve kös ihsan edilerek,gezinti eylemleri Süleyman Han kanunuydu. Evliya, kuyumcubaşızade olduğumdan üç gezintilerini gördüm. Hatta sultan Muret Han gezintisinde el öperek revan olan evliya idim. Bu gezintiyi meydana getirmek için evvela kuyumcu çavuşları gönderilerek diğer vilayetten olan kuyumcular
Kağıthane gezintisine davet edilir. Bunların hepsinin gelmesi imkansız olduğundan asil ve aklı başında çırakları, post sahibi olmak için onar bin kuruş alarak İstanbul’a gelirler. Bunların gezinti şekilleri, Kağıthane mesiresi münasebetiyle anlatılmıştır. Bunlardan seyishaneler, arabalar ve taht-ı revanlar üzerinde bıçak, hançer, mücevher gemi,eyer, kılıç, bıçak, topuz ve daha başka kıymetli eşya ile dükkanlarını süsleyerek geçerler.”

Kaynak: Goldnews dergisi
        

Art Deco





Art Deco, 1925 yılında Paris, Fransa’da düzenlenen Dünya Fuarının bir sonucu olarak ortaya çıkmış bir tarzdır. Adını Exposition Internationale des Arts et Décoratifs Industriels Modernes’ in (Modern Endüstriyel ve Dekoratif Sanatlar Uluslararası Fuarı) kısaltmasından aldı.
Birinci Dünya Savaşından sonraki bu dönemde ekonomik ve sosyal baskılar altındaki insanlara, yenilikçi bir tasarım stiline ve temiz, sıkı bir görünüme sahip Art Deco yeni bir ruh getirdi ve jazz ve makine çağı olan bu dönemden yaklaşık 1930′ların ortalarında kadar popüler kaldı.
Art nouveau’nun hemen ardından gelen bu akım, ondan farklı olarak el emeğine değil, sanayiye dayalıdır. Desenleri geometriktir. Ancak Art nouveau’da olduğu gibi gotik süsleme öğelerinden de yararlanıldı. Art Deco, Modern Hareket’i biçimsel olarak kabul eder, ancak onun kuramsal derinliği ile ilgilenmez. Bununla beraber içerikleri arasında başka kaynaklar da bulunur;  Mısır, Latin Amerika Antikite’sinin sanat ve kültürüne duyulan yoğun ilgi ve bu kültürlerin yapıtları; Maya sanatı, motifleri, mimarlığı; 20.yüzyıl öncesi İngiliz mimarlığına ait üsluplardan, Doğu kaynaklı motif ve ürünlere kadar her türden egzotizm.. Afrika, Kübizm, Fütürizm, makine ve grafik tasarım diğer etkilendiği alanlardı.1930′lardan sonra  F.L.Wright’in ve uluslararasi üslubun öncüsü olan mimarların, mimariyi süsten ayırmak istemeleri ve süslemeyi değil işlevselliği savunmalarıyla son bulmuş; fakat 1960′lı yıllarda “art deco revival” adı altında yeniden itibar görmeye başlamıştır.
Art deco’nun ilk büyük örneğinin Eliel Saarinen’in Helsinki Garı olduğu öne sürülür. Ankara Tren Garı, Chrysler Binası, Rockefeller Center, Empire State Binası ve Streamline, Art Deco’nun mimarideki en bilinen ve en görkemli eserleridir.
Art Deco bütün tasarım alanlarını etkiledi. Giyim, mimari, otomobil ve tabii ki mücevher.. Göz kamaştırıcı, cesaretli, güçlü ve zıt renkli takılar mercan ve firuze gibi yarı değerli taşlarla süslenerek farklı bir mücevher çizgisi yarattılar. Muhtemelen dönemin şartları sebebiyle değerli taşlar dışında taklit taşlara ve bakalit gibi malzemelere sıkça rastlanmaktadır. Plastik, krom, çelik, yakut, altın, inci, platin, mercan, yeşim, oniks ve lâcivert taşı gibi opak taşlar kullanıldı. Kostüm takıları daha popüler oldu. Dönemin çeşitli mücevherleri arasında en dikkati çekenler, 1920’lerde moda olan kısa kesimli saçları süsleyen sallantılı ve yapay elmas küpelerdi. Bunu sonraları üst kola takılan bilezik ve halkalar tamamladı. Yeni yeni kabul gören dekolteler, sırtı süsleyen göz alıcı pandantifler, çiçek formları, çoğunlukla çift olarak kullanılan klipsler hayli ilgi gördü. Öyle ki, 1930’ların kadını, bunları ayakkabı, şapka, yaka ve kemerlerinde aksesuar olarak kullandı. Kolsuz elbise ve tuvaletlerde uzun eldivenlerin kullanılması, süs taşlı, geometrik stilde yapılmış göz alıcı bilezikleri gündeme getirdi. Omuza veya şapka ve kemere iliştirilen küçük broşların en yaygın malzemesi oniks veya dairesel kesilmiş kristal ile küçük elmas taşlardı. Aynı dönemde, ortası, kaboşon taşlı, çoğu kez çevresi küçük pırlantalı ya da bu yıllarda yaygınlaşan dikdörtgen baget elmas taşlı yüzükler moda oldu. Alyanslar genellikle çift olarak platin ve elmas taşlı yüzüklerle kullanıldı. Tabii bu çift görünümlü yüzüklere alternatif olarak Cartier’in 1924’te tasarladığı Trinity yüzükleri olarak ün yapan birbiri içine geçen kırmızı, sarı ve beyaz altından yapılmış halkaları da unutmamak gerekiyor.
Art Nouveau ve Art&Crafts dönemlerinin tasarımcıları, kişiler ve şirketler üzerinde etkili olmuşlardı; fakat Art Deco dönemi, yüzyılın tasarımını etkiledi. Art Deco takı tasarımı örneklerinin çoğu imzasız ve kültürel orijinleri de belirsizdi. Tanınmış ve iyice yaygınlaşmış Art Deco stili kolyeler, bakalit ve krom gibi madenlerden yapıldılar ve New Jersey, Çekoslavakya gibi birbirinden farklı ve uzak bölgelerde üretildiler .
Trend belirleyiciler arasında Coco Chanel, Elsa Schiaparelli, Jene Dunand, çağın adına uygun olarak makine parçalarına benzeyen modern estetiğe sahip takıların tasarımcısı Jean Després ve dönemin doğadan ilham alan cam sanatçısı René Lalique sayılabilir.

"Mücevher Tasarımı Net Adresinden alınmıştır"

Bizans'ta Küpe Asaleti

Bizans'ta Küpe Asaleti

Bizanslılarda yüzük, bir soyluluk ve güç simgesi olmuştur. Bu takı türü Bizanslı kadınların belki de en sevdikleri takı türüdür; küpelerde Roma küpelerinin formlarının devam ettirildiği gözlemlenir. Bizanslılara göre birine yüzüğünü vermek, ona kendi imzasını kullanma yetkisini verme anlamına gelir. Bizans yüzükleri bir halka ve üzerine tutturulan yuvarlak, kare, oval, dilimli veya çokgen bir kaş kısmından meydana gelir.
Zamanla değişik tipler yaratılmış olmasına rağmen, bazı formların pek de değişmediği gözlenmektedir. Küpe formları içinde en eski tip olan halka küpeler, 4. Yüzyıldan 15. Yüzyıl ortalarına kadar yaygın olarak kullanılmıştır.
Altın, gümüş ve bronzdan yapılmış, farklı büyüklüklerdeki halkalara metal kürecik veya boncuk geçirilmiştir.
7.yy – 8.yy
Özellikle Erken Bizans döneminde yaygın olan sarkaçlı küpeler genellikle bir halka ve sarkaç bölümünden meydana gelir. Sarkaç, zincir, boncuk ya da taş kakmadan oluşur.
6. yy – 7. yy sonu
Orta Bizans dönemine ait iki tanınmış resim bize o dönemin takıları hakkında bilgi verir. Biri 12. Yüzyılın sonlarında Yunanistan Kastoria’da bulunan Hagioi Anargyroi kilisesinde bulunan fresko,
bağışlayıcı Theodoros Lemniotesin karısı Anna Radine bu freskoda yer almaktadır, Radine’in kulaklarında gövdesi hilal biçimli altın küpeler gözükür. Hagioi Anargyroi’deki freskoda bulunan aynı tipteki altın küpeleri, bu sefer Bulgaristan’da Sofya’nın yakınındaki SS Nicholas ve Panteleimon kilisesinde Sebastokrator Kalojan’ın karısının portresinde de rastlıyoruz.
MÖ 2000’li yılların ortasında beliren hilal şeklindeki küpeler hakkında arabrtısız şunu söyleyebiliriz; bu form Roma’dan Bizans’a, Bizans’tan İslam ve Slav ülkelerine geçmiştir, orta Bizans dönemine ait kurtulan bir çok örnekten anlaşılacağı gibi bu küpeler orta Bizans döneminin en popüler şekliydiler. Aristokratların kullandığı altın ve gümüş kullanımının dışında, bakır ve ince bronz kaplama örneklerine de rastlanırdı bu şekilde daha düşük sosyal statüse sahip insanların alım gücü sağlanıyordu.
Atina’daki Kanellopoulos Müze’sinde bulunan tek altın küpe;
ve Washington Dumbarton Oaks koleksiyonunda bulunan çift küpe hilal şeklindeki küpelerin;
karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır.
Hilal biçimli altın küpelerin düğün armağanı olarak gelinlere verildiği bir çok kaynakta belirtilmiştir. Bu küpelerin yaygın olarak 7.-8. yüzyıllarda başkentteki atölyelerde üretilmiş olabileceği mümkündür. Hilal formu, Anadolu ve Yakındoğu’da Artemis, Astarte gibi ana tanrıça kültlerinin simgesidir. Amuletik anlamları da (kötülükleri uzaklaştırdığına, uğur getirdiğine, hastalıkları iyileştirdiği gibi…) vardır. Bu bağlamda Bizans’ta yeniden ortaya çıkması ve bunların düğün armağanı olarak gelinlere verilmesi, Hristiyanlık bünyesinde sürdürülen bir ana tanrıça geleneği olabileceği düşündürmektedir.
Ajur tekniğiyle yapılmış hilal biçimli küpelerde sık sık hayat ağacının yanında kanatlarını aşmış tavus kuşu, bereket boynuzu ve bitki motifleri kullanılmış.

Yassı hilal formlu küpelerin bir diğer grubunu gümüş ve bronzdan nadir olarak da altından yapılmış granüle ve filigre tekniğindeki küpeler oluşturur. Bu türde yapılmış küpeler özellikle 7.-12. yüzyıllar arasında halk arasında yaygın biçimde kullanılmıştır.
Nihan ATAKAN

63. Emmy Odulleri’ne platin, siyah pirlanta ve ...

MucevherTasarımıNET-63. Emmy Ödülleri’ne platin, siyah pırlanta ve büyük renkli taşlı avize (chandelier) küpeler hakimdi. Neil Lane, Chopard, Fred Leighton, Lorraine Schwartz çok sayıda aktristin tercih ettiği markalardı.

7 Haziran 2013 Cuma

Osmanli'da Mucevher

Osmanlı'da Mücevher

Türkler mücevheri kağıt para gibi kullanırdı. Ticaret amacıyla yaptıkları yolculuklarda kağıt para yerine yanlarında mücevher götürür ve bunları satarak iş görmeyi yeğlerlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişmesi ve zenginleşmesi ile İstanbul’da mücevhercilik önem kazandı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde ve daha sonraki yıllarda İstanbul, dünyanın önemli mücevher üretim merkezlerinden biri oldu. Bu dönemde, imparatorluğa yeni katılan bölge ve ülkelerde yaşayan toplumların birikimleri de eklendiğinden, kuyumculuk ürünlerinin çeşitlerinde belirgin bir artış oldu.
Osmanlı topraklarında yaşamış çok sayıda etnik kimliklerin kültürünü ve binlerce yıllık uygarlıkların izlerini taşıyan Osmanlı kuyumculuğu, bu uygarlıklardan esinlenerek kendi özgün takılarını üretti. Ancak tek tanrılı dinlere geçişten sonra, ölülerin takıları ile birlikte mezara gömülmesi geleneği ortadan kalktığından, günümüzde Selçuklu dönemi veya Osmanlı dönemi başlangıcına ait takı örnekleri yok denecek kadar az…

Ekonomik zorluklar döneminde ise, hazine dairesindeki kıymetli eşyaların, takıların satılması, altınların eritilmesi gibi olayların Osmanlı döneminde çok sık gerçekleştiği biliniyor.Özellikle savaş öncesi başvurulan bu uygulama nedeniyle Anadolu’daki Türk döneminin takı ve süs tarihi de ayrıntılı bilinmiyor.



Saray kuyumcusu olan Evliya Çelebi’nin babası da hazinenin böyle bir amaçla tüketildiğini bizzat yaşamış. Ancak Orta asya’da değişik ülkelerde yaşayan, Türkmen, Özbek gibi Türk boylarının günümüzde hala ürettikleri ve kullandıkları takılar, Selçuklu Osmanlı dönemi öncesinden günümüze kadar uzanan takı kültürü konusunda bize ışık tutuyor.

OSMANLI’DA İLK KUYUMCULUK FUARI

Onbeşinci yüzyıldan başlayarak, doğal güzellikleri ve koruları ile ünlenen Kağıthane,Lale devrinde İstanbul’un en popüler yeri haline geldi. Halkın vazgeçilmez eğlencesi olan Kağıthane mesiresi, bütün İstanbullu’yu kendine çeker, mevsiminde Kağıthane’ye gelmek için insanlar günler öncesinden hazırlık yaparlardı.


Avrupalıların “Tatlı Sular Vadisi” dedikleri Kağıthane’nin ünü İstanbul sınırlarının dışına taşmıştı. Arap, Acem, Hint, Yemen, Habeş yani Asya ve Afrika seyyahları arasında gözde bir mesire yeriydi. İngiliz seyyah Miss Julia Pordoe, 1839 da kaleme aldığı “Boğaz’ın Güzellikleri” kitabında o dönemin Kağıthane’sini şu sözlerle tasvir ediyor:”Vadi, her yandan yüksek tepelerle çevrilidir. Ulu ağaçlar, geniş dallarını çayırın üzerine uzatmışlardır. Pırıl pırıl akan Kağıthane deresi, vadinin yeşilliği bol bir yerinden çıkar ve yeşil çimenlerin arasında, bir gümüş tel gibi uzanır. İnsan bu manzarayı görür görmez, buranın bir piknik yeri olarak yaratıldığı kanısına varır. Uzun ve güneşli bir yaz gününün, Kağıthane’den başka, dünyanın hiçbir yerinde, daha güzel geçirilebileceğini sanmıyorum.”

Eğlenceleri ve mesireleriyle ünlü Kağıthane, aynı zamanda tarihteki ilk kuyumculuk fuarına da mekan oldu. 1500 lü yılların başından itibaren uzunca bir süre, Kağıthane’de 5-6 bin çadır kurularak şenlikler yapılırdı. Yirmi gün süren şenliklerde kuyumcu çavuşları diğer illere gönderilir, birçok kuyumcu Kağıthane şenliklerine davet edilirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun dört bir yanından gelen usta kuyumcular mesirede hünerlerini sergilerdi. En çok beğenilen eserin ustası da “Baş Kuyumcu” olarak adlandırılır ve mesireye bizzat katılan padişah tarafından 12 keselik altınla ödüllendirilirdi.

Evliya Çelebi dünyaca ünlü seyahatnamesinde, Kağıthane civarında düzenlenen Kuyumcular mesiresi’ni kendine has üslubuyla şöyle anlatıyor:
“Osmanlı Devleti dahilindeki bütün kuyumcular bu mesireye yardımda bulunurlar. Üç yüz kese altın kadar masrafı olur. Oniki bin kadar çeşitli mezhebin halife ve postnişleri büyük bir topluluk meydana getirirler. Bu Kağıthane çayırında kuyumcu esnafı, Süleyman Han kanunu gereğince toplanarak sohbet ederler.
Bizzat Osmanlı padişahı dahi gelerek çadırını kurunca, kuyumcubaşına on iki keselik bir hediye vermek Süleyman Han kanunu gereğidir. Çünkü Süleyman han şehzadeliği zamanında, Trabzon şehrinde Rum Konstantin yanında çalışarak kuyumculuk öğrenmiştir. Onun için halifeliği sırasında Saka çeşmesi yakınında kuyumcu dükkanlarını yaptırmıştır. Kuyumcu halifelerinden oniki maharetli usta, önce padişahın, sonra şeyhülislamın, sonra diğer büyük vezirlerin ellerini öperler. Sonra kuyumcubaşı cevahirle işlenmiş küçük bir okuma masası, divit,eyer, kılıç ve hançer gibi hediyeleri padişaha sunar. Velhasıl bu Kağıthane vadisinde beş, altı bin çadır kurulur. Vadi bu yirmi gün içerisinde insan denizi kesilir…
Bunlara yirmi yılda bir gezinti verilerek devlet hazinesinden on kese akça, davulcu ve kös ihsan edilerek,gezinti eylemleri Süleyman Han kanunuydu. Evliya, kuyumcubaşızade olduğumdan üç gezintilerini gördüm. Hatta sultan Muret Han gezintisinde el öperek revan olan evliya idim. Bu gezintiyi meydana getirmek için evvela kuyumcu çavuşları gönderilerek diğer vilayetten olan kuyumcular
Kağıthane gezintisine davet edilir. Bunların hepsinin gelmesi imkansız olduğundan asil ve aklı başında çırakları, post sahibi olmak için onar bin kuruş alarak İstanbul’a gelirler. Bunların gezinti şekilleri, Kağıthane mesiresi münasebetiyle anlatılmıştır. Bunlardan seyishaneler, arabalar ve taht-ı revanlar üzerinde bıçak, hançer, mücevher gemi,eyer, kılıç, bıçak, topuz ve daha başka kıymetli eşya ile dükkanlarını süsleyerek geçerler.”

Kaynak: Goldnews dergisi
        

Art Deco





Art Deco, 1925 yılında Paris, Fransa’da düzenlenen Dünya Fuarının bir sonucu olarak ortaya çıkmış bir tarzdır. Adını Exposition Internationale des Arts et Décoratifs Industriels Modernes’ in (Modern Endüstriyel ve Dekoratif Sanatlar Uluslararası Fuarı) kısaltmasından aldı.
Birinci Dünya Savaşından sonraki bu dönemde ekonomik ve sosyal baskılar altındaki insanlara, yenilikçi bir tasarım stiline ve temiz, sıkı bir görünüme sahip Art Deco yeni bir ruh getirdi ve jazz ve makine çağı olan bu dönemden yaklaşık 1930′ların ortalarında kadar popüler kaldı.
Art nouveau’nun hemen ardından gelen bu akım, ondan farklı olarak el emeğine değil, sanayiye dayalıdır. Desenleri geometriktir. Ancak Art nouveau’da olduğu gibi gotik süsleme öğelerinden de yararlanıldı. Art Deco, Modern Hareket’i biçimsel olarak kabul eder, ancak onun kuramsal derinliği ile ilgilenmez. Bununla beraber içerikleri arasında başka kaynaklar da bulunur;  Mısır, Latin Amerika Antikite’sinin sanat ve kültürüne duyulan yoğun ilgi ve bu kültürlerin yapıtları; Maya sanatı, motifleri, mimarlığı; 20.yüzyıl öncesi İngiliz mimarlığına ait üsluplardan, Doğu kaynaklı motif ve ürünlere kadar her türden egzotizm.. Afrika, Kübizm, Fütürizm, makine ve grafik tasarım diğer etkilendiği alanlardı.1930′lardan sonra  F.L.Wright’in ve uluslararasi üslubun öncüsü olan mimarların, mimariyi süsten ayırmak istemeleri ve süslemeyi değil işlevselliği savunmalarıyla son bulmuş; fakat 1960′lı yıllarda “art deco revival” adı altında yeniden itibar görmeye başlamıştır.
Art deco’nun ilk büyük örneğinin Eliel Saarinen’in Helsinki Garı olduğu öne sürülür. Ankara Tren Garı, Chrysler Binası, Rockefeller Center, Empire State Binası ve Streamline, Art Deco’nun mimarideki en bilinen ve en görkemli eserleridir.
Art Deco bütün tasarım alanlarını etkiledi. Giyim, mimari, otomobil ve tabii ki mücevher.. Göz kamaştırıcı, cesaretli, güçlü ve zıt renkli takılar mercan ve firuze gibi yarı değerli taşlarla süslenerek farklı bir mücevher çizgisi yarattılar. Muhtemelen dönemin şartları sebebiyle değerli taşlar dışında taklit taşlara ve bakalit gibi malzemelere sıkça rastlanmaktadır. Plastik, krom, çelik, yakut, altın, inci, platin, mercan, yeşim, oniks ve lâcivert taşı gibi opak taşlar kullanıldı. Kostüm takıları daha popüler oldu. Dönemin çeşitli mücevherleri arasında en dikkati çekenler, 1920’lerde moda olan kısa kesimli saçları süsleyen sallantılı ve yapay elmas küpelerdi. Bunu sonraları üst kola takılan bilezik ve halkalar tamamladı. Yeni yeni kabul gören dekolteler, sırtı süsleyen göz alıcı pandantifler, çiçek formları, çoğunlukla çift olarak kullanılan klipsler hayli ilgi gördü. Öyle ki, 1930’ların kadını, bunları ayakkabı, şapka, yaka ve kemerlerinde aksesuar olarak kullandı. Kolsuz elbise ve tuvaletlerde uzun eldivenlerin kullanılması, süs taşlı, geometrik stilde yapılmış göz alıcı bilezikleri gündeme getirdi. Omuza veya şapka ve kemere iliştirilen küçük broşların en yaygın malzemesi oniks veya dairesel kesilmiş kristal ile küçük elmas taşlardı. Aynı dönemde, ortası, kaboşon taşlı, çoğu kez çevresi küçük pırlantalı ya da bu yıllarda yaygınlaşan dikdörtgen baget elmas taşlı yüzükler moda oldu. Alyanslar genellikle çift olarak platin ve elmas taşlı yüzüklerle kullanıldı. Tabii bu çift görünümlü yüzüklere alternatif olarak Cartier’in 1924’te tasarladığı Trinity yüzükleri olarak ün yapan birbiri içine geçen kırmızı, sarı ve beyaz altından yapılmış halkaları da unutmamak gerekiyor.
Art Nouveau ve Art&Crafts dönemlerinin tasarımcıları, kişiler ve şirketler üzerinde etkili olmuşlardı; fakat Art Deco dönemi, yüzyılın tasarımını etkiledi. Art Deco takı tasarımı örneklerinin çoğu imzasız ve kültürel orijinleri de belirsizdi. Tanınmış ve iyice yaygınlaşmış Art Deco stili kolyeler, bakalit ve krom gibi madenlerden yapıldılar ve New Jersey, Çekoslavakya gibi birbirinden farklı ve uzak bölgelerde üretildiler .
Trend belirleyiciler arasında Coco Chanel, Elsa Schiaparelli, Jene Dunand, çağın adına uygun olarak makine parçalarına benzeyen modern estetiğe sahip takıların tasarımcısı Jean Després ve dönemin doğadan ilham alan cam sanatçısı René Lalique sayılabilir.

"Mücevher Tasarımı Net Adresinden alınmıştır"

Bizans'ta Küpe Asaleti

Bizans'ta Küpe Asaleti

Bizanslılarda yüzük, bir soyluluk ve güç simgesi olmuştur. Bu takı türü Bizanslı kadınların belki de en sevdikleri takı türüdür; küpelerde Roma küpelerinin formlarının devam ettirildiği gözlemlenir. Bizanslılara göre birine yüzüğünü vermek, ona kendi imzasını kullanma yetkisini verme anlamına gelir. Bizans yüzükleri bir halka ve üzerine tutturulan yuvarlak, kare, oval, dilimli veya çokgen bir kaş kısmından meydana gelir.
Zamanla değişik tipler yaratılmış olmasına rağmen, bazı formların pek de değişmediği gözlenmektedir. Küpe formları içinde en eski tip olan halka küpeler, 4. Yüzyıldan 15. Yüzyıl ortalarına kadar yaygın olarak kullanılmıştır.
Altın, gümüş ve bronzdan yapılmış, farklı büyüklüklerdeki halkalara metal kürecik veya boncuk geçirilmiştir.
7.yy – 8.yy
Özellikle Erken Bizans döneminde yaygın olan sarkaçlı küpeler genellikle bir halka ve sarkaç bölümünden meydana gelir. Sarkaç, zincir, boncuk ya da taş kakmadan oluşur.
6. yy – 7. yy sonu
Orta Bizans dönemine ait iki tanınmış resim bize o dönemin takıları hakkında bilgi verir. Biri 12. Yüzyılın sonlarında Yunanistan Kastoria’da bulunan Hagioi Anargyroi kilisesinde bulunan fresko,
bağışlayıcı Theodoros Lemniotesin karısı Anna Radine bu freskoda yer almaktadır, Radine’in kulaklarında gövdesi hilal biçimli altın küpeler gözükür. Hagioi Anargyroi’deki freskoda bulunan aynı tipteki altın küpeleri, bu sefer Bulgaristan’da Sofya’nın yakınındaki SS Nicholas ve Panteleimon kilisesinde Sebastokrator Kalojan’ın karısının portresinde de rastlıyoruz.
MÖ 2000’li yılların ortasında beliren hilal şeklindeki küpeler hakkında arabrtısız şunu söyleyebiliriz; bu form Roma’dan Bizans’a, Bizans’tan İslam ve Slav ülkelerine geçmiştir, orta Bizans dönemine ait kurtulan bir çok örnekten anlaşılacağı gibi bu küpeler orta Bizans döneminin en popüler şekliydiler. Aristokratların kullandığı altın ve gümüş kullanımının dışında, bakır ve ince bronz kaplama örneklerine de rastlanırdı bu şekilde daha düşük sosyal statüse sahip insanların alım gücü sağlanıyordu.
Atina’daki Kanellopoulos Müze’sinde bulunan tek altın küpe;
ve Washington Dumbarton Oaks koleksiyonunda bulunan çift küpe hilal şeklindeki küpelerin;
karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır.
Hilal biçimli altın küpelerin düğün armağanı olarak gelinlere verildiği bir çok kaynakta belirtilmiştir. Bu küpelerin yaygın olarak 7.-8. yüzyıllarda başkentteki atölyelerde üretilmiş olabileceği mümkündür. Hilal formu, Anadolu ve Yakındoğu’da Artemis, Astarte gibi ana tanrıça kültlerinin simgesidir. Amuletik anlamları da (kötülükleri uzaklaştırdığına, uğur getirdiğine, hastalıkları iyileştirdiği gibi…) vardır. Bu bağlamda Bizans’ta yeniden ortaya çıkması ve bunların düğün armağanı olarak gelinlere verilmesi, Hristiyanlık bünyesinde sürdürülen bir ana tanrıça geleneği olabileceği düşündürmektedir.
Ajur tekniğiyle yapılmış hilal biçimli küpelerde sık sık hayat ağacının yanında kanatlarını aşmış tavus kuşu, bereket boynuzu ve bitki motifleri kullanılmış.

Yassı hilal formlu küpelerin bir diğer grubunu gümüş ve bronzdan nadir olarak da altından yapılmış granüle ve filigre tekniğindeki küpeler oluşturur. Bu türde yapılmış küpeler özellikle 7.-12. yüzyıllar arasında halk arasında yaygın biçimde kullanılmıştır.
Nihan ATAKAN

63. Emmy Odulleri’ne platin, siyah pirlanta ve ...

MucevherTasarımıNET-63. Emmy Ödülleri’ne platin, siyah pırlanta ve büyük renkli taşlı avize (chandelier) küpeler hakimdi. Neil Lane, Chopard, Fred Leighton, Lorraine Schwartz çok sayıda aktristin tercih ettiği markalardı.

News

Latest News
Pırlanta Sarrafı Mücevherat Grubu. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Top Ad 728x90

Video

Visitors

Bu Blogda Ara

Vertical2

Pırlanta Hakkında Herşey

script type="text/javascript"> //form tags to omit in NS6+: var omitformtags=["input", "textarea", "select"] omitformtags=omitformtags.join("|") function disableselect(e){ if (omitformtags.indexOf(e.target.tagName.toLowerCase())==-1) return false } function reEnable(){ return true } if (typeof document.onselectstart!="undefined") document.onselectstart=new Function ("return false") else{ document.onmousedown=disableselect document.onmouseup=reEnable }

Slider

Recent Post

Games

Popüler Yayınlar

Tweetler