“Şu Kadarcık Bir Şey” Pırlanta Aldatmacası- TurkOcagi.Org Sitesinden"
Son zamanlarda hep dillendirilen ancak durdurulamayan “tüketim çılgınlığı” aldı başını gidiyor. Tüm Türkiye’de hesapsız –sayısız, AVM adı altında alışveriş merkezleri açılıyor, buralar hafta sonu vakit geçirmek, bu arada vitrin bakmak, (ve tabii gezerken de alışveriş yaptırmak –tükettirmek), karın doyurmak ve hatta sinema seyretmek için gezinti yeri olarak seçiliyor. Bu tüketime karşılık “ne üretiyoruz” sorusunun cevabı hiç verilmedi, verilecek gibi de görünmüyor.
Alışveriş çılgınlığı için güzel vesileler(!) de kaçırılmıyor: ( Happy New Year) yeni yıl, (Saint Valentin günü) sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, karne günleri, doğum günleri…
Alışverişin son modası erkeklerin hanımlarına, sevgililerine, annelerine aldıkları hediyeye el atmak oldu. “Onlardan şu kadarcık bir şeyi esirgemeyin”. Şu kadarcık şey dedikleri pırlanta! Evet, yükte hafif ama boyutuna inat pahada ağır. Reklâmlarda da çok cazip fiyatlar var! Hiç işe yaramayan kırıntı elmaslardan (!) yapılmış 200 -500 TL arasında pırlanta takı (!) lar.
Pırlanta alırken pahalı, satarken sudan ucuz bir taş… Asla yatırım aracı değil. Kullanırken göz alıcı, statü göstergesi, hava atma vesilesi…
Dünyada alırken de satarken de en değerli yatırım aracı olan maden, altın. Ülkemizin insanı bunu yüzyıllarca çok iyi bildi ve değerlendirdi. Ülkemizin her ekonomik sıkıntıda gündemine “yastık altı sermaye” olarak altın girdi. 2. Dünya Savaşında hâlâ nerde olduğu bilinmeyen “tonlarca altın” tartışıldı. Ve bu sene ekonomik kriz dolayısı ile yurtdışına satılan ….. bin ton altın kısa bir ekonomik bilgi olarak gündeme girdi ve geri çıktı.
Yastık altından altın çıktı… Yerine pırlanta girdi. Aslında pırlanta yastık altına giremedi. Alırken verilen paranın üçte bir fiyatına, ihtiyaç hâlinde satıldı. Ve bu arada hem tüketici olan bizler, hem de Türk ekonomisi kaybetti. Peki, kim kazandı?
Dünyadaki elmas madenlerinin hemen hemen tamamı Afrika’nın güneyinde bulunuyor. Bu madenlerde milyonlarca Afrikalının kanı ve kemikleri var. Çamurun, suyun içinden çıkacak minicik taşlar uğruna insanlık Afrika’da yıllarca katledildi. Hâlâ da katledilmeye devam ediyor.
Sonra bu çıkan elmaslar Hollanda’da ( hâlâ orada mı bilmiyorum) işleniyor, pırlanta adını alıyor, sınıflandırılıyor…
Üçüncü aşamada bu pırlantalara New York’taki borsada (hâlâ orada mı bunu da bilmiyorum) değer biçilip, dünyaya pazarlanıyor.
Kara derili Afrikalının, kara kaderinden çıkan, aslı (kömür –karbon) yine kara olan bu taş, onlar ölürken ve tüketici olan bizler ( ve diğer dünya vatandaşları da) de soyulurken, kalbi kara beyaz (!) adamın cebine kâr olarak giriyor. Hatta yine siyaha dönerek, Ortadoğu’da ve hatta dünyada silaha çevrilerek, namludan çıkan kurşun vs. ile insan bedenlerinde, ruhlarında, evlerde, topraklarda kara delikler açarak, delik –deşik ederek.
Bu madenlerin ve işleyen fabrikaların (?) ve borsadaki adamların kim olduğunu mu soruyorsunuz? Yıllar önce İsrail’e gittiğimde bize, Türkiye’den – Sivas’tan göç etmiş Oktay isimli bir orta yaşlı Yahudi rehber eşlik etti. Otobüsün önünde iken, bize sık sık bazı binaları ve altlarındaki fabrika (?) – imalathane (?) leri gösterdi. Ve de iki adet dev gökdeleni de. Dedi ki: “Afrika’daki madenler bizim. Hollanda’daki imalathaneler de. Ve New York’taki elmas borsası da bizim elimizde. Düşündük ve dedik ki: Niçin New York yâda Hollanda kazansın. Oradaki borsayı da, imalathaneleri de buraya taşıyalım. Tüm kazanç İsrail’e kalsın. Ve hepsini buraya taşıdık. Gördüğünüz binalar bu işler için.”
Sonuç: Biz eşlerimize, sevgililerimize, annemize vs… “tırnak kadar bir şey” alırken, onlardan “bu kadarcık şeyi mi esirgeyeceğiz” diye düşünürken ve işe yaramayan kırıntılara 3 – 500 TL, birazcık değeri olanlara birkaç milyar, beğendiğimiz manken – şarkıcılara aldığımız elmas – pırlantalara onbinlerce dolar harcarken paralarımız aynı yere akıyor. Yastık altı gerçek sermayemiz olan, gerçek değer olan altınlarımız ise bozdurup bozdurup yurtdışına gönderiliyor, ülkenin borçlarını ödemek için.
Değerli vatandaşlarım, sevdiklerimizden tırnak kadar bir şeyi esirgemeyelim. Paralarımızı, altınlarımızı, yurtdışına, kömür- karbon kırıklarını parmaklarımıza, (dostlarımıza göstermek için) becayiş edelim. Edelim mi?
Türk Ocağı- A. Filiz AVŞAR