Bu Blogda Ara

Topkapı Sarayı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Topkapı Sarayı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Haziran 2013 Cuma

Harem ve Mucevherler


Topkapı Sarayı'nın gizemli Harem dairesi, ekim ayına kadar sürecek seminerler ve özel bir turla keşfe açıldı. İlk konu 'Harem ve Mücevherler'di. Sanat tarihçi Gül İrepoğlu, "Haremdeki mücevher eşyalar, kadınlar kadar erkekler için de çok önemliydi," diyor
  • 14.07.2012
SABAH- Modern hayatta artık yalnızca mağazalarda görebildiğimiz yüzük, küpe, bilezikleri mücevher diye değerlendirsek de bir asır öncesine kadar hepsinin farklı anlamları, şifreleri vardı. Osmanlı dönemi boyunca mücevherler, yalnızca kadınlar için birer süslenme aracı değil, erkeklerin de statü sembolüydü. Kullanılan taşları, renkleri, yalnız ustalar değil onu kullananlar hakkında da bilgi veriyordu. Üstelik sadece yüzük, küpe de değil. Yelpazeler, yastık kılıfları, beşikler, ayna, kalem kutuları gibi mücevher eşyalar da çok fazlaydı. Sanat tarihçi Gül İrepoğlu da geçtiğimiz hafta Topkapı Sarayı'nda verdiği 'Harem ve Mücevherler' başlıklı seminerine şu sözlerle başladı: "Mücevherler aslında bize her dönemin ayrıntılı bilgisini verir. 'Nereden gelmiş?' 'Hangi taşlar kullanılmış?' 'Kim kime hediye etmiş?' gibi sorulara verilen cevaplarla sanat tarihine bir de bu açıdan bakabiliriz." Geçtiğimiz hafta salı günü Topkapı Sarayı'nda ilki gerçekleştirilen 'Harem ve Mücevher' başlıklı seminer ve sonrasında Harem'in ziyarete açık bölümlerinin gezilmesiyle sarayın ikinci avlusundaki Has Ahırlar'da gerçekleştirilen 'Padişahın Evi: Topkapı Sarayı Harem-i Hümayunu' sergisi turuna katılım oldukça fazlaydı. Ekim ayına kadar sürecek seminerler serisi ve özel kültürel tur, sarayın kapalı olduğu salı günü yapılıyor. Böylece tura katılanlar, müzenin Harem bölümünü ve sergiyi, rehber eşliğinde rahat biçimde dolaşma imkanı buluyor. Bilkent Kültür Girişimi (BKG) ve TAV Havalimanları'nın sponsorluğunda ülkemizde ve dünyada Harem'in hiç bilinmeyen yönlerini yansıtmak amacıyla gerçekleştirilen sergide özellikle 16. yüzyıla ait altın gerdanlık, 18. yüzyıl Saray Hazinesi koleksiyonuna ait zümrüt küpe, 19. yüzyıla ait murassa yelpaze, Sultan II. Mahmut'un kızı Adile Sultan'ın elmas broşu, Hz. Muhammed'in kızı Hz. Fatma'nın Medine'deki sandukasına takılması için hazırlanan elmaslı gelin sorgucu dikkat çekiyor. Peki, Osmanlı İmparatorluğu'nda gündelik hayatta çok fazla yer alan mücevherlerin tarihteki rolü nedir? Topkapı Sarayı'nın hazine dairesinde neler muhafaza ediliyor? Prof. Dr. Gül İrepoğlu, eylül ayında yayımlanacak Osmanlı Saray Mücevheri Üzerinden Tarihi Okumak adlı kitabında konuyu ayrıntılarıyla ele aldığını belirterek, şu bilgileri verdi: "Osmanlı İmparatorluğu, çok büyük bir sentezden oluşur. Sınırlar genişledikçe en önemli ustalar saraya getiriliyor. Onlar da yeteneklerini sergileyerek Osmanlı üslubunu oluşturuyor. Osmanlı hazinesi, İstanbul fethedildikten sonra hep Topkapı Sarayı'nda muhafaza ediliyor. Bu açıdan yağmalanmamış tek İslam hazinesi, Topkapı Sarayı'nın hazinesidir. Harem de zaman içinde değişen bir yapı. Lale devri padişahı olarak bilinen III. Ahmet döneminde haremde yemiş odası, ahşap tavanlı duvarlar, çiçek buketleriyle dolu süslemelerle harem çok zengin renk ve öyküleri olan bir yer. Haremin gerçek öykülerini bilemiyoruz çünkü burası padişahın evi, mahremi. Harem hakkındaki bilgileri arşivlerden, her dönemin tarihçilerinin satır aralarından öğreniyoruz. Ama harem, kapalı bir kutu."

MAHREM MEKANDA NELER VAR?
"Harem gibi mahrem bir mekanda, mücevher eşyalar da çok fazla var. Örneğin mücevher askılarda zümrüt çok fazla kullanılmış. Taşların her birinin de pek çok anlamı var. Taşlar en mükemmel, en simetrik halde kesilmemiş. Taşın doğasına uygun haliyle kullanılmaya dikkat edilmiş. Asıl ustalık, taşları kompozisyona uygun biçimde kullanmak. Oysa Avrupa mücevherleri farklı. Burada bir felsefe farkı var. Osmanlı saray geleneği içinde yazı kutularının önemli bir yeri bulunuyor. Çünkü harem halkına öğretilen yeteneklerden biri güzel yazı sanatı. Bu kutular da yakutlar, zümrütlerle bezeli."

EN ÖNEMLİ KULLANICISI PADİŞAH
"Padişahlara hediye edilen mücevher, süsleme aracı değil, statü sembolü. Örneğin, III. Selim'in inci tespihi gibi. Kadınlar, hizmetkarlar ve şehzadeler de mücevher kullanıyor. Altınlarla bezeli hançer kabzası da padişah mücevherleri arasında yer alıyor. Haremde kahve seremonisi de özel bir yer tutar. Fincanlar, kaşıklar dikkat çekiyor. 19. yüzyıla kadar yemek yerken sadece kaşık kullanılıyor. Çatal bıçak geç dönem işi. Pilav, hoşaf kaşıklarla yeniliyor. Geri kalan yemekler de üç parmakl yeniliyor. Padişaha ait kaşıklar da altın, sedef ve mercandan yapılıyor. Sitil adı verilen kahve örtüsü de Topkapı'da ilk kez sergileniyor. Kahve fincanlarının zarfları da dikkat çekiyor."

ÇİN PORSELENİ SEVİLİYOR
"Osmanlı padişahları, Çin porselenlerini çok seviyor. Özellikle de yemek yerken. Topkapı Sarayı hazinesinde çok önemli bir Çin porseleni takımı var. Osmanlı kuyumcuları, bu takımları mücevherlerle beziyorlar. Haremde yemek içmekle ilgili çok mücevher eşya kullanılıyor. Çin porseleni şerbetlikten yeşim kapaklı maşrapaya kadar birçok örneği görmek mümkün. Özellikle de 16. ve 17. yüzyıllarda yakut, zümrüt ve firuze yan yana kullanılıyor. Kuran ciltlerinde, gülabdallarda firuze kari tekniği kullanılmış. Klasik dönemde ise zevkler değişiyor. Renkli taşların yerini elmas alıyor."

SEMİNERLER SÜRECEK
17 Temmuz'da Dr. Mehmet Kalpaklı 'Bir Kültür Merkezi Olarak Harem', 24 Temmuz'da Doç. Dr. Deniz Esemenli 'Karmaşık Bir Bütünlüğün İfadesi Olarak Harem Mimarisi', 31 Temmuz'da Prof. Dr. Nurhan Atasoy 'İhtişam ve Zarafet: Harem, Giyim- Kuşam', 11 Eylül'de Prof. Dr. Gül İrepoğlu 'Harem ve Mücevher', 18 Eylül'de Doç. Dr. Deniz Esemenli 'Karmaşık Bir Bütünlüğün İfadesi Olarak Harem Mimarisi7, 25 Eylül'de Dr. Mehmet Kalpaklı 'Sarayın Bir Kültür Merkezi Olarak Harem' başlıklı seminerler, Topkapı Sarayı 'nda saat 14.30'da gerçekleştirilecek. Tel: (0212) 451 62 50

AYNALARIN SIRRI
"Aynalar, haremin vazgeçilmez mücevher parçaları arasında. Osmanlı mücevher geleneğinin en karakteristik özelliklerini aynalarda görüyoruz. Ayna yüzeyleri bir cennet bahçesine benzetilerek yapılıyor."


SABAH

4 Haziran 2013 Salı

Osmanli’da Mucevher; Bir İmparatorlugun İhtisami


Önemli bir diğer özelliği, mücevherlerin, ait oldukları dönemin sanatsal üslubunu en sofistike biçimde yansıtmasıdır.

Mücevher, her şeyden önce onu taşıyanın toplumsal durumunu sergilemenin bir aracıdır; ancak aynı zamanda aşkı ve bağlılığı da simgeler.

Sanat tarihçileri için önemli bir diğer özelliği, mücevherlerin, ait oldukları dönemin sanatsal üslubunu en sofistike biçimde yansıtmasıdır.
Kuzeyli bir ressam olan Petrus Christus’un 1449 tarihli tablosunda, kuyumcuları himaye eden Aziz Eligius’u atölyesinde görürüz. Atölyeye bir nişanlı çift gelmiş ve kendilerine yüzük seçmektedir. Bu konu aracılığıyla o dönemde ne gibi takıların var olduğu görülebilir. Dolayısıyla sanat yapıtları, tablolar, minyatürler yalnızca birer sanat yapıtı değil belgesel niteliği olan eserler olarak da kullanılabilmektedir.

Alessandro Fei imzalı bir diğer örnekte, ünlü Medici ailesinin mücevherlerini üreten atölyeyi görürüz. Resimde ön planda Medici dükalığının tacı hazırlanmakta, bir yandan tamamlanmış olanlar sergilenmekte ve diğer yanda maden işleri yapılmaktayken, Dük Medici atölyeyi ziyarete gelmiştir. Bu 16. yüzyıl tablosu, o zamanın Floransa’sında bu işlerin nasıl yürüdüğünü göstermektedir.



Rönesans döneminde, antik dünya tekrar gündeme gelir, antik dünyanın formları tekrar yorumlanır ve sanatın pek çok dalına uygulanır. Tabloların konusu ister o güne ait olsun, isterse mitolojik bir konu işlensin, tam anlamıyla o günün mücevherine dair bilgi verir izleyiciye.
Ünlü Rönesans ressamı Albrecht Dürer, kutsal Roma Germen İmparatorluğu’ nun tacını tasarlar. Sanatçılara takı ısmarlamak son derece önemli bir olaydır; mücevheri vetakıyı desteklemek anlamına gelmektedir. Hans Holbein da pek çok takı tasarlamış ve ressamın bu tasarımları uygulanmıştır.
Rönesans takısı deyince çoğunlukla gözümüzün önüne, heykel tadında takılar olarak tanımlayabileceğimiz, zincirlerin ucundaki pandantifler gelir. O dönemde son derece renkli bir mine işçiliği görülür. Pandantiflerin

tasarımları da tam anlamıyla o dönemin meraklarıyla paralel gider. Bu ilgi, mitolojik konulara dairdir ve dolayısıyla takılarda antik dünyaya ait unsurlar yer alır. İncilerin doğal formuna uygun, heykel tadındaki biçimlerin ortaya konduğu bu takılarda anlatımcı bir üslup söz konusudur.
Bildiğimiz gibi, Rönesans’ ın düşünce akımı Hümanizm’ dir ve insanın kendisine, tek tek kişilere değer vermek, bu dünyaya

değer vermek esastır. Bu düşünce biçimi takılara da yansır. Ancak diğer yandan dini konular da tamamen göz ardı edilmiş değildir. Bu dönemde örneğin İsa portreli bir pandantife, İncil’den kimi konulara yer veren takılara da rastlayabiliriz, ancak yine de bu tür konuların fazla olmadığını söyleyebiliriz.

Rönesans döneminde, antik dünyayı temsil edenkameoya da rastlarız. Küçük oval taşlar üzerine kazılı ya da kabartma portrelerin yer aldığı bu takılar Rönesans döneminde tekrar moda haline gelir ve kullanılır. Dönemin bir diğer özelliği, günlük yaşama ait birtakım eşyaların takıyadönüştürülerek kullanılmasıdır. Yaşamı yansıtan bu takılar arasında bir kürdana bile rastlayabiliriz. Bu örnek elbette dönemin yeme içme alışkanlıklarının, gündelik hayatının farklılığı çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Hükümdarların takılarını gözlemlediğimizde, hükümdarlık alameti olarak yüzyıllar boyunca geçerliliğini koruyan takılara rastlarız. Örneğin burada görülen VIII. Henry ve III. Richard’ ın ortak takıları, omuzlarına attıkları, taşlarla bezeli geniş zincirleridir.



Bu dönemde giysilerin üzerine mücevher dikilmeye de başlar; mücevher düğmeler, şapkaların kenarına yerleştirilen rozetler ve fibulalar Rönesans’ ın son derece revaçta olantakılarıdır. Şapkalarla birlikte kullanılan takılar genellikle erkek takısı olmakla birlikte, kadın takısı olarak kullanıldığı da görülür. Şapka rozetlerinden bir örnekte, İncil’ den alınmış bir konu olan Aziz Paul’ un öyküsü müthiş bir mine işçiliğiyle aktarılmıştır.

Bir İmparatorluğun İhtişamı; Osmanlı’da Mücevher…
Bu mirasın peşinde, rotanızı belirleyip Eminönü istikametine yönelirseniz, Osmanlı Dönemi’nin tüm ihtişamını gözler önüne seren Topkapı Sarayı’na ulaşırsınız. Müze haline gelmiş bu saray, dönemin en zengin hazinelerini, göz alıcı büyüklükteki elmas  ve zümrütlerden yapılmış mücevherleri barındırır.
Hazine Dairesi, Saray’ın en fazla ilgi uyandıran bölümlerindendir. Yavuz Sultan Selim’in “Benim altınla doldurduğum hazineyi (iç hazine) bundan sonra gelenlerden her kim mangır ile doldurursa hazine anın mührüyle mühürlensin ve illa benim mührümle mühürlenmekte devam olunsun” şeklindeki vasiyetine göre, Cumhuriyet’e kadar Hazine’nin kapısı her zaman onun mührüyle kapanmıştır.
Sarayda kuyumcular, bir ustanın yanında çıraklıktan başlayarak zaman içinde kalfa ve usta olarak yetişirdi. Topkapı Sarayı’nın Orta Kapısı ile Akağalar kapısı arasında kalan, Bîrun denilen bölümde yaşamaktaydılar. En kıdemlilerine “kuyumcu başı” denirdi.
Hazine dairesindeki her bir mücevherin de, sizi o dönemlere götüren farklı bir hikayesi vardır.      

Usta mücevher markalarından Adler’in kurucusu Jacques Adler, firmasını 1886 yılında İstanbul’da açmıştır. Oğlu Osmanlı İmparatorluğunun mücevhercilerinden biri olmuş ve 1955 yılında ikinci mağazasını İstanbul’da açmıştır. Bu da Osmanlı’nın, bu dönemdeki mücevher konusundaki öncülüğünün başka bir göstergesidir.     
                                  
Dünyanın en eski alış veriş merkezi; Kapalıçarşı… 

Topkapı Sarayı’nın görkeminden kendinizi kurtarıp Kapalıçarşı’ya doğru uzandığınızda ise, Nuru-u Osmaniye Caddesi ve civarında, Çarşı’nın etrafını çevreleyen küçüklü büyüklü kuyumcular, sadekarlar, tasarımcılardan oluşan büyülü bir dünyaya adım atarsınız.
Geçmişle günümüzü birbirine bağlayan bir köprü görünümündeki Kapalıçarşı’nın, bazı binalarının Bizans zamanında yapılmış olduğu söylenmesine rağmen, ilk olarak Fatih zamanında inşaata başlandığı daha ağırlıkla belgelenmiştir. Yapılan ilk bölümleri Sandal Bedesteni ve Cevahir Bedesteni`dir. Bunların ikisi de çarşı içinde ayrı birer çarşı gibidir. Bütün dükkânların genişliği aynı olacak şekilde inşa edilmiştir ve her sokak ayrı meslek gruplarındaki ustalara ayrılmıştır. Sonraki yüzyıllarda, bu eski iki yapının etrafındaki sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak daha büyük bir merkez haline gelmiştir.

Bu haliyle dünyanın en eski alış veriş merkezi Kapalıçarşı, labirent gibi karmaşık yapısıyla, içinde 60 kadar sokağı, ve dört bine yakın dükkânı barındırır.
Topkapı Sarayı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Topkapı Sarayı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Haziran 2013 Cuma

Harem ve Mucevherler


Topkapı Sarayı'nın gizemli Harem dairesi, ekim ayına kadar sürecek seminerler ve özel bir turla keşfe açıldı. İlk konu 'Harem ve Mücevherler'di. Sanat tarihçi Gül İrepoğlu, "Haremdeki mücevher eşyalar, kadınlar kadar erkekler için de çok önemliydi," diyor
  • 14.07.2012
SABAH- Modern hayatta artık yalnızca mağazalarda görebildiğimiz yüzük, küpe, bilezikleri mücevher diye değerlendirsek de bir asır öncesine kadar hepsinin farklı anlamları, şifreleri vardı. Osmanlı dönemi boyunca mücevherler, yalnızca kadınlar için birer süslenme aracı değil, erkeklerin de statü sembolüydü. Kullanılan taşları, renkleri, yalnız ustalar değil onu kullananlar hakkında da bilgi veriyordu. Üstelik sadece yüzük, küpe de değil. Yelpazeler, yastık kılıfları, beşikler, ayna, kalem kutuları gibi mücevher eşyalar da çok fazlaydı. Sanat tarihçi Gül İrepoğlu da geçtiğimiz hafta Topkapı Sarayı'nda verdiği 'Harem ve Mücevherler' başlıklı seminerine şu sözlerle başladı: "Mücevherler aslında bize her dönemin ayrıntılı bilgisini verir. 'Nereden gelmiş?' 'Hangi taşlar kullanılmış?' 'Kim kime hediye etmiş?' gibi sorulara verilen cevaplarla sanat tarihine bir de bu açıdan bakabiliriz." Geçtiğimiz hafta salı günü Topkapı Sarayı'nda ilki gerçekleştirilen 'Harem ve Mücevher' başlıklı seminer ve sonrasında Harem'in ziyarete açık bölümlerinin gezilmesiyle sarayın ikinci avlusundaki Has Ahırlar'da gerçekleştirilen 'Padişahın Evi: Topkapı Sarayı Harem-i Hümayunu' sergisi turuna katılım oldukça fazlaydı. Ekim ayına kadar sürecek seminerler serisi ve özel kültürel tur, sarayın kapalı olduğu salı günü yapılıyor. Böylece tura katılanlar, müzenin Harem bölümünü ve sergiyi, rehber eşliğinde rahat biçimde dolaşma imkanı buluyor. Bilkent Kültür Girişimi (BKG) ve TAV Havalimanları'nın sponsorluğunda ülkemizde ve dünyada Harem'in hiç bilinmeyen yönlerini yansıtmak amacıyla gerçekleştirilen sergide özellikle 16. yüzyıla ait altın gerdanlık, 18. yüzyıl Saray Hazinesi koleksiyonuna ait zümrüt küpe, 19. yüzyıla ait murassa yelpaze, Sultan II. Mahmut'un kızı Adile Sultan'ın elmas broşu, Hz. Muhammed'in kızı Hz. Fatma'nın Medine'deki sandukasına takılması için hazırlanan elmaslı gelin sorgucu dikkat çekiyor. Peki, Osmanlı İmparatorluğu'nda gündelik hayatta çok fazla yer alan mücevherlerin tarihteki rolü nedir? Topkapı Sarayı'nın hazine dairesinde neler muhafaza ediliyor? Prof. Dr. Gül İrepoğlu, eylül ayında yayımlanacak Osmanlı Saray Mücevheri Üzerinden Tarihi Okumak adlı kitabında konuyu ayrıntılarıyla ele aldığını belirterek, şu bilgileri verdi: "Osmanlı İmparatorluğu, çok büyük bir sentezden oluşur. Sınırlar genişledikçe en önemli ustalar saraya getiriliyor. Onlar da yeteneklerini sergileyerek Osmanlı üslubunu oluşturuyor. Osmanlı hazinesi, İstanbul fethedildikten sonra hep Topkapı Sarayı'nda muhafaza ediliyor. Bu açıdan yağmalanmamış tek İslam hazinesi, Topkapı Sarayı'nın hazinesidir. Harem de zaman içinde değişen bir yapı. Lale devri padişahı olarak bilinen III. Ahmet döneminde haremde yemiş odası, ahşap tavanlı duvarlar, çiçek buketleriyle dolu süslemelerle harem çok zengin renk ve öyküleri olan bir yer. Haremin gerçek öykülerini bilemiyoruz çünkü burası padişahın evi, mahremi. Harem hakkındaki bilgileri arşivlerden, her dönemin tarihçilerinin satır aralarından öğreniyoruz. Ama harem, kapalı bir kutu."

MAHREM MEKANDA NELER VAR?
"Harem gibi mahrem bir mekanda, mücevher eşyalar da çok fazla var. Örneğin mücevher askılarda zümrüt çok fazla kullanılmış. Taşların her birinin de pek çok anlamı var. Taşlar en mükemmel, en simetrik halde kesilmemiş. Taşın doğasına uygun haliyle kullanılmaya dikkat edilmiş. Asıl ustalık, taşları kompozisyona uygun biçimde kullanmak. Oysa Avrupa mücevherleri farklı. Burada bir felsefe farkı var. Osmanlı saray geleneği içinde yazı kutularının önemli bir yeri bulunuyor. Çünkü harem halkına öğretilen yeteneklerden biri güzel yazı sanatı. Bu kutular da yakutlar, zümrütlerle bezeli."

EN ÖNEMLİ KULLANICISI PADİŞAH
"Padişahlara hediye edilen mücevher, süsleme aracı değil, statü sembolü. Örneğin, III. Selim'in inci tespihi gibi. Kadınlar, hizmetkarlar ve şehzadeler de mücevher kullanıyor. Altınlarla bezeli hançer kabzası da padişah mücevherleri arasında yer alıyor. Haremde kahve seremonisi de özel bir yer tutar. Fincanlar, kaşıklar dikkat çekiyor. 19. yüzyıla kadar yemek yerken sadece kaşık kullanılıyor. Çatal bıçak geç dönem işi. Pilav, hoşaf kaşıklarla yeniliyor. Geri kalan yemekler de üç parmakl yeniliyor. Padişaha ait kaşıklar da altın, sedef ve mercandan yapılıyor. Sitil adı verilen kahve örtüsü de Topkapı'da ilk kez sergileniyor. Kahve fincanlarının zarfları da dikkat çekiyor."

ÇİN PORSELENİ SEVİLİYOR
"Osmanlı padişahları, Çin porselenlerini çok seviyor. Özellikle de yemek yerken. Topkapı Sarayı hazinesinde çok önemli bir Çin porseleni takımı var. Osmanlı kuyumcuları, bu takımları mücevherlerle beziyorlar. Haremde yemek içmekle ilgili çok mücevher eşya kullanılıyor. Çin porseleni şerbetlikten yeşim kapaklı maşrapaya kadar birçok örneği görmek mümkün. Özellikle de 16. ve 17. yüzyıllarda yakut, zümrüt ve firuze yan yana kullanılıyor. Kuran ciltlerinde, gülabdallarda firuze kari tekniği kullanılmış. Klasik dönemde ise zevkler değişiyor. Renkli taşların yerini elmas alıyor."

SEMİNERLER SÜRECEK
17 Temmuz'da Dr. Mehmet Kalpaklı 'Bir Kültür Merkezi Olarak Harem', 24 Temmuz'da Doç. Dr. Deniz Esemenli 'Karmaşık Bir Bütünlüğün İfadesi Olarak Harem Mimarisi', 31 Temmuz'da Prof. Dr. Nurhan Atasoy 'İhtişam ve Zarafet: Harem, Giyim- Kuşam', 11 Eylül'de Prof. Dr. Gül İrepoğlu 'Harem ve Mücevher', 18 Eylül'de Doç. Dr. Deniz Esemenli 'Karmaşık Bir Bütünlüğün İfadesi Olarak Harem Mimarisi7, 25 Eylül'de Dr. Mehmet Kalpaklı 'Sarayın Bir Kültür Merkezi Olarak Harem' başlıklı seminerler, Topkapı Sarayı 'nda saat 14.30'da gerçekleştirilecek. Tel: (0212) 451 62 50

AYNALARIN SIRRI
"Aynalar, haremin vazgeçilmez mücevher parçaları arasında. Osmanlı mücevher geleneğinin en karakteristik özelliklerini aynalarda görüyoruz. Ayna yüzeyleri bir cennet bahçesine benzetilerek yapılıyor."


SABAH

4 Haziran 2013 Salı

Osmanli’da Mucevher; Bir İmparatorlugun İhtisami


Önemli bir diğer özelliği, mücevherlerin, ait oldukları dönemin sanatsal üslubunu en sofistike biçimde yansıtmasıdır.

Mücevher, her şeyden önce onu taşıyanın toplumsal durumunu sergilemenin bir aracıdır; ancak aynı zamanda aşkı ve bağlılığı da simgeler.

Sanat tarihçileri için önemli bir diğer özelliği, mücevherlerin, ait oldukları dönemin sanatsal üslubunu en sofistike biçimde yansıtmasıdır.
Kuzeyli bir ressam olan Petrus Christus’un 1449 tarihli tablosunda, kuyumcuları himaye eden Aziz Eligius’u atölyesinde görürüz. Atölyeye bir nişanlı çift gelmiş ve kendilerine yüzük seçmektedir. Bu konu aracılığıyla o dönemde ne gibi takıların var olduğu görülebilir. Dolayısıyla sanat yapıtları, tablolar, minyatürler yalnızca birer sanat yapıtı değil belgesel niteliği olan eserler olarak da kullanılabilmektedir.

Alessandro Fei imzalı bir diğer örnekte, ünlü Medici ailesinin mücevherlerini üreten atölyeyi görürüz. Resimde ön planda Medici dükalığının tacı hazırlanmakta, bir yandan tamamlanmış olanlar sergilenmekte ve diğer yanda maden işleri yapılmaktayken, Dük Medici atölyeyi ziyarete gelmiştir. Bu 16. yüzyıl tablosu, o zamanın Floransa’sında bu işlerin nasıl yürüdüğünü göstermektedir.



Rönesans döneminde, antik dünya tekrar gündeme gelir, antik dünyanın formları tekrar yorumlanır ve sanatın pek çok dalına uygulanır. Tabloların konusu ister o güne ait olsun, isterse mitolojik bir konu işlensin, tam anlamıyla o günün mücevherine dair bilgi verir izleyiciye.
Ünlü Rönesans ressamı Albrecht Dürer, kutsal Roma Germen İmparatorluğu’ nun tacını tasarlar. Sanatçılara takı ısmarlamak son derece önemli bir olaydır; mücevheri vetakıyı desteklemek anlamına gelmektedir. Hans Holbein da pek çok takı tasarlamış ve ressamın bu tasarımları uygulanmıştır.
Rönesans takısı deyince çoğunlukla gözümüzün önüne, heykel tadında takılar olarak tanımlayabileceğimiz, zincirlerin ucundaki pandantifler gelir. O dönemde son derece renkli bir mine işçiliği görülür. Pandantiflerin

tasarımları da tam anlamıyla o dönemin meraklarıyla paralel gider. Bu ilgi, mitolojik konulara dairdir ve dolayısıyla takılarda antik dünyaya ait unsurlar yer alır. İncilerin doğal formuna uygun, heykel tadındaki biçimlerin ortaya konduğu bu takılarda anlatımcı bir üslup söz konusudur.
Bildiğimiz gibi, Rönesans’ ın düşünce akımı Hümanizm’ dir ve insanın kendisine, tek tek kişilere değer vermek, bu dünyaya

değer vermek esastır. Bu düşünce biçimi takılara da yansır. Ancak diğer yandan dini konular da tamamen göz ardı edilmiş değildir. Bu dönemde örneğin İsa portreli bir pandantife, İncil’den kimi konulara yer veren takılara da rastlayabiliriz, ancak yine de bu tür konuların fazla olmadığını söyleyebiliriz.

Rönesans döneminde, antik dünyayı temsil edenkameoya da rastlarız. Küçük oval taşlar üzerine kazılı ya da kabartma portrelerin yer aldığı bu takılar Rönesans döneminde tekrar moda haline gelir ve kullanılır. Dönemin bir diğer özelliği, günlük yaşama ait birtakım eşyaların takıyadönüştürülerek kullanılmasıdır. Yaşamı yansıtan bu takılar arasında bir kürdana bile rastlayabiliriz. Bu örnek elbette dönemin yeme içme alışkanlıklarının, gündelik hayatının farklılığı çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Hükümdarların takılarını gözlemlediğimizde, hükümdarlık alameti olarak yüzyıllar boyunca geçerliliğini koruyan takılara rastlarız. Örneğin burada görülen VIII. Henry ve III. Richard’ ın ortak takıları, omuzlarına attıkları, taşlarla bezeli geniş zincirleridir.



Bu dönemde giysilerin üzerine mücevher dikilmeye de başlar; mücevher düğmeler, şapkaların kenarına yerleştirilen rozetler ve fibulalar Rönesans’ ın son derece revaçta olantakılarıdır. Şapkalarla birlikte kullanılan takılar genellikle erkek takısı olmakla birlikte, kadın takısı olarak kullanıldığı da görülür. Şapka rozetlerinden bir örnekte, İncil’ den alınmış bir konu olan Aziz Paul’ un öyküsü müthiş bir mine işçiliğiyle aktarılmıştır.

Bir İmparatorluğun İhtişamı; Osmanlı’da Mücevher…
Bu mirasın peşinde, rotanızı belirleyip Eminönü istikametine yönelirseniz, Osmanlı Dönemi’nin tüm ihtişamını gözler önüne seren Topkapı Sarayı’na ulaşırsınız. Müze haline gelmiş bu saray, dönemin en zengin hazinelerini, göz alıcı büyüklükteki elmas  ve zümrütlerden yapılmış mücevherleri barındırır.
Hazine Dairesi, Saray’ın en fazla ilgi uyandıran bölümlerindendir. Yavuz Sultan Selim’in “Benim altınla doldurduğum hazineyi (iç hazine) bundan sonra gelenlerden her kim mangır ile doldurursa hazine anın mührüyle mühürlensin ve illa benim mührümle mühürlenmekte devam olunsun” şeklindeki vasiyetine göre, Cumhuriyet’e kadar Hazine’nin kapısı her zaman onun mührüyle kapanmıştır.
Sarayda kuyumcular, bir ustanın yanında çıraklıktan başlayarak zaman içinde kalfa ve usta olarak yetişirdi. Topkapı Sarayı’nın Orta Kapısı ile Akağalar kapısı arasında kalan, Bîrun denilen bölümde yaşamaktaydılar. En kıdemlilerine “kuyumcu başı” denirdi.
Hazine dairesindeki her bir mücevherin de, sizi o dönemlere götüren farklı bir hikayesi vardır.      

Usta mücevher markalarından Adler’in kurucusu Jacques Adler, firmasını 1886 yılında İstanbul’da açmıştır. Oğlu Osmanlı İmparatorluğunun mücevhercilerinden biri olmuş ve 1955 yılında ikinci mağazasını İstanbul’da açmıştır. Bu da Osmanlı’nın, bu dönemdeki mücevher konusundaki öncülüğünün başka bir göstergesidir.     
                                  
Dünyanın en eski alış veriş merkezi; Kapalıçarşı… 

Topkapı Sarayı’nın görkeminden kendinizi kurtarıp Kapalıçarşı’ya doğru uzandığınızda ise, Nuru-u Osmaniye Caddesi ve civarında, Çarşı’nın etrafını çevreleyen küçüklü büyüklü kuyumcular, sadekarlar, tasarımcılardan oluşan büyülü bir dünyaya adım atarsınız.
Geçmişle günümüzü birbirine bağlayan bir köprü görünümündeki Kapalıçarşı’nın, bazı binalarının Bizans zamanında yapılmış olduğu söylenmesine rağmen, ilk olarak Fatih zamanında inşaata başlandığı daha ağırlıkla belgelenmiştir. Yapılan ilk bölümleri Sandal Bedesteni ve Cevahir Bedesteni`dir. Bunların ikisi de çarşı içinde ayrı birer çarşı gibidir. Bütün dükkânların genişliği aynı olacak şekilde inşa edilmiştir ve her sokak ayrı meslek gruplarındaki ustalara ayrılmıştır. Sonraki yüzyıllarda, bu eski iki yapının etrafındaki sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak daha büyük bir merkez haline gelmiştir.

Bu haliyle dünyanın en eski alış veriş merkezi Kapalıçarşı, labirent gibi karmaşık yapısıyla, içinde 60 kadar sokağı, ve dört bine yakın dükkânı barındırır.

News

Latest News
Pırlanta Sarrafı Mücevherat Grubu. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Top Ad 728x90

Video

Visitors

Bu Blogda Ara

Vertical2

Pırlanta Hakkında Herşey

script type="text/javascript"> //form tags to omit in NS6+: var omitformtags=["input", "textarea", "select"] omitformtags=omitformtags.join("|") function disableselect(e){ if (omitformtags.indexOf(e.target.tagName.toLowerCase())==-1) return false } function reEnable(){ return true } if (typeof document.onselectstart!="undefined") document.onselectstart=new Function ("return false") else{ document.onmousedown=disableselect document.onmouseup=reEnable }

Slider

Recent Post

Games

Popüler Yayınlar

Tweetler