
SELİM MOUZANNAR ELLE-Yüzyıllarca savaşlarla dövülen Beyrut’un kalbinden dünyaya mücevher tasarımlarıyla güzellik hediye eden Selim Mouzannar, yaşamı boyunca şiddet ve çirkinliklere tanık olmuş. Barış ve huzura duyduğu özlemi eserlerine yansıtan tasarımcı, şu anda, genç yaşına rağmen dünyanın önemli mücevher tasarımcılarından biri. IŞIN GÖRMÜŞ ELLE: Mücevhere olan ilginiz nasıl başladı? SELİM MOUZANNAR: Ailem nesillerdir mücevher işinde olduğu için, bu benim için de seçmesi kolay bir yoldu. Ama ben şahsen profesyonel anlamda miras konseptine inanmıyorum. Babamın Beyrut’un eski mücevher çarşısında bir dükkanı vardı. Savaş esnasında burası yıkıldı. Bütün çocukluğumda yaz tatillerim bu büyüleyici atmosferdeki sarrafların, kuyumcuların, dükkan sahiplerinin kapı önlerinde birbirleriyle sohbetlerini dinleyip, dolaşan müşterileri izleyerek geçti. Bütün bu birikimim kuşkusuz ruhumda da bir iz bıraktı. ELLE: Mücevher tasarımcısı olma yolculuğunuzu anlatır mısınız? S.M.: O dönemde Lübnan bölgesel ve sivil savaşlarla kanayan bir yara gibiydi. Ben Paris’e giderek Institut National de Gemmologie’de okudum ve bu işin püf noktalarını öğrenerek, Avrupa’nın muazzam mücevher tarihi hakkında bilgi sahibi oldum. Daha sonra Cidde ve Riyad’daki uluslararası mücevher mağazalarında ilk iş deneyimimi kazandım. Satın almayla ilgili bütün konuları ben idare ediyordum. Ardından Uzak Doğu’ya gittim ve Bangkong’a yerleştim. 80’li yılların sonlarında Kamboçya’da bir yakut madeninde bile çalıştım. Bu sure boyunca Uzak Doğu’nun ruhunu keşfettim. Bütün bu seyahatler sayesinde mücevher endüstrisinin nasıl işlediğini yakından gördüm. Nihayet Beyrut’a döndüğümde kendi markamı oluşturmaya ve kendimi insanların “aile mirası” dediği olgudan ayırmaya karar verdim. Uluslararası ve kültürel deneyimlerimden edindiğim enerjiyi absorbe ederek, kendimi ifade edebilmek için hayati önem taşıyan bağımsızlığı ve esnekliği yakaladım. ELLE: Bir tasarımcı olarak moda, mimari, çağdaş sanat gibi başka ilgi alanlarınız da var mıydı? Nelerden esinleniyorsunuz? S.M.: Tasarımcı olmak benim için ana konu değildi. Ben bir erkek olarak güzelliğe inanıyorum. Göze hoş görünen bir güzellik kadar, ruhu ısıtan bir güzellikten söz ediyorum. Sanat ve bilimin parçası olan nesnelere, moda, mimari veya çağdaş sanat tarafından somut hale getirilmiş şekillerin potansiyel etkisine karşı çok duyarlıyım. Mesela Beyrut’taki bütün eski ev ve binalar yıkılıp, bunların yerine modern gökdelenler dikilirken ben şehrin merkezindeki tarihi bir evi restore ediyorum. Bu projeyi çok önemsiyorum ve en küçük ayrıntısına kadar dikkat ediyorum. Örnek vermek gerekirse, evin orijinal Selim için “şiddetin yerini güzelliğe bırakması” sadece bir laf değil. Bu, onun hayatını yönlendiren inancı! ELLEMÜCEVHERTASARIMCI dış cephe güzelliğini yeni bir solukla en iyi yansıtacak pencerenin ne olabileceği üzerine saatlerce kafa patlatarak karar vermeye çalışıyorum. Ofisimi görmelisiniz. Mimari planlardan geçilmiyor. Çalışma arkadaşlarımın bazen beni resmen bu kağıtların arasından çekip çıkarmaları ve bana mimar veya mühendis değil de tasarımcı olduğumu anımsatmaları gerekiyor. Osmanlı mirasında muazzam bir esin kaynağı buluyorum; Beyrut’un ruhunda da farklı dünya kültürlerinin karışımı var. Şehrin içinde yürümeyi ve etrafıma bakınmayı çok seviyorum. Her zaman yeni bir şey görüyor veya keşfediyorum. Eğer kafanızı kaldırırsanız, mimari detaylar karşısında şaşırıp hayranlık hissedebilirsiniz. Çürümüş bir balkon, paslanmaya yüz tutmuş demir işçilikleri, birçok sevinç ve üzüntülere şahit olmuş bir pencere pervazı… ELLE: Mücevherlerinizde en yoğun etki nereden geliyor? Osmanlı, Arap, Roma, Bizans? S.M.: Bu farklı kültürlere yönelik büyük bir duyarlılığa sahibim. Beyrut açık bir şehir. Bazen durup mücevherlerle geçen hayatımın dönemlerini düşünürüm. Üzücü tarafları daima es geçmeye gayret ederim ve geleceğe yansıtabileceğim mutlu bir nostaljiyi tercih ederim. Ürettiğim her şey, benim kendi yaşantımdaki enerjinin uzantısıdır: Doğaya sevgim ve şiddetten uzak olma hakkına duyduğum derin inanç benim gücümü aldığım kaynaklardır. Osmanlı mirası ve Beyrut şehri, çok büyük esin kaynaklarıdır. Çünkü bunların ikisi de benim kim olduğumla ilgilidir. Ben, insan soyuna ve insanın barış içinde yaşama sorumluluğuna inanan bu kültürlerden doğmuş bir adamım. ELLE: Sizin için geçmiş, gelecek ve şu anın önemi nedir? S.M.: Geçmişimizde bütün anılarımız yer alır; gelecekteyse yeni geçmişimiz olacaktır ve bunun içinde yaşadıklarımızla birlikte, umudumuz vardır. Bu yaşadıklarımızın birbiriyle karıştığı bir zemindir. Benim tasarımlarımda Beyrut’taki Osmanlı mimarisinden izler görebilirsiniz. Bu konunun hüzün veren yanına, renkli taşlarla biraz mutluluk katmaya çalıştım ve dileğim de bu mücevherleri takan kadınların kendilerini bir rüyada gibi hissetmeleridir. Kadınlar mücevher kullanmak için resmi bir etkinlik olmasını beklememeliler. Bunları, kendilerini daha feminen ve iyimser hissetmek için kullanmalılar. Marilyn Monroe geceleri yatarken Chanel #5 “giydiğini” söylememiş miydi? İşte en yalın ihtiyaç bu… Ben de mücevherlerimin yalın gereksinimlere eşlik etmelerini istiyorum: Jean’lere, basit tişörtlere ve düz ayakkabılara… ELLE: Tasarımlarınızı yaparken nasıl bir kadın hayal ediyorsunuz? Bize müşterilerinizin profilini çizer misiniz? S.M.: Kendilerini oldukları gibi beğenen, güzelliklerinden kaynaklanan hassas bir karaktere sahip kadınları hayal ediyorum. Doğa ve tarih. Benim çevremdeki kadınlar oldukça farklı; hem basit hem sofistike; hem sıradan hem resmi; hem mesafeli hem sosyal… Ama hepsinin de ortak bir gereksinimleri var: Kendilerini iyi hissetmek ve özgüven duymak. ELLE: Beyrut gibi sorunların ve savaşların bitmediği bir şehirde büyümek, sizin gibi bir tasarımcı üzerinde psikolojik bir etki bıraktı mı? S.M.: Beyrut’un ben küçükken barış zamanlarındaki halini de, bombalanmış ve yerle bir olmuş halini de biliyorum. Her ne kadar tolerans sahibi bir ortamda büyüme şansına sahip olmuşsam da, sonuçta etrafımı saran şiddet, zihnimde ve ruhumda çok derin ve olumsuz bir etkiye sahip. Bütün bu şiddetin ortasında güzelliğe dair bir mesaj vermeye çalışıyorum insanlara. Bu da benim kendime göre ve kendi ölçülerimde bu çirkinliklerden kaçış ve etrafa umut dağıtma yolum. Güzelliği yüceltmek bu anlamda bir varoluş. ELLE: Genç yaştayken ülkenizi bir savaş ortamında bıraktınız. Ne kadar süre ayrıydınız? S.M.: Ailemi Beyrut’ta şiddetin Selim Mouzannar’ın koleksiyonlarını İstanbul Bebek’te Midnight Express’te ve Dubai’de yeni açılan Bloomingdales’te bulmak mümkün. “BABAMIN BEYRUT’UN ESKİ MÜCEVHER ÇARŞISINDA SAVAŞTA YIKILAN BİR DÜKKANI VARDI. ÇOCUKLUĞUMDA YAZ TATİLLERİM BU BÜYÜLEYICİ ATMOSFERDEKİ SARRAFLARIN, KUYUMCULARIN, DÜKKAN SAHİPLERİNİN KAPI ÖNLERINDEKİ SOHBETLERİNİ DİNLEMEKLE GEÇTİ.” bırakarak Paris’e, Antwerb’e, Cidde’ye, Bangkong’a ve birçok başka yere gittim. Bu çokkültürlü kaynaklar bana dünya hakkında zengin bir bakış açısı sağladılar. Ama ne kadar uzakta olursam olayım, bir parçam hep Beyrut’taydı. Bir parçanı orada bırakmadan ve bunun acısını çekmeden ülkenden ayrılamazsın. Bu sizi paramparça eden bir histir; ama o sırada ben de birçok genç gibi yurt dışında okumak ve ülkemin bize o günlerde sağlayamadığı imkanları yakalamak için Lübnan’dan ayrıldım. Yurt dışında geçirdiğim yaklaşık on yıl bana bir perspektif kazandırdı. Yoksa kendini şiddet duygusuna kaptırmak her zaman çok kolaydır. Ben, hoşgörünün ve şiddetten uzak olmanın gerçek anlamlarını değerli buluyorum. Tasarımlarımda da bu kavramlar benim ana öğelerimdir. Bu sözcükler beni yönlendirir; günlük yaşantımda da değer sistemine uyarım. ELLE: Dünyaya açılmaya nasıl karar verdiniz? S.M.: 2006 yazında Beyrut ve Lübnan’ın 33 gün boyunca bombalanması, benim için sert bir uyanış oldu. Bir gece tepemize bombalar yağmıştı ve her yerde yine kaos başlamıştı. Gündüz sahilde gezer veya günlük işlerimizi kovalarken, gece her şey değişmişti. Bu kadar güvensiz bir ortamda sağlam bir şey nasıl kurulabilir ki? Kendimi gerçekten de kendi ülkemizde esir düşmüş gibi ve çaresiz hissettim. O zaman ilk kez olarak yurt dışında da bir yerimiz olması gerektiğini ve çok sevsem de kendi kaderini her zaman kendisi çizemeyen bir ülkenin gidişatına bağlı kalmamak gerektiğini düşündüm. Ayrıca yurt dışındaki müşterilerimden hoş geri bildirimler alıyordum. Lübnan diasporası (Lübnan’dan diğer ülkelere göç edenler), benim en başarılı, spontan reklam ekibim ve temsilcilerim olmuştu. ELLE: Beyrut haricinde tasarılarınızı nerede satıyorsunuz? S.M.: Yurt dışında birçok müşterimiz var. İstanbul’da Bebek’te Midnight Express ortaklığıyla yerimiz var. Dubai’de Bloomingsdale; Londra’da Harrod’s; Notting Hill’de ECOne ve Kuveyt’te Octium’da tasarımlarımız bulunabilir. Şu sıralar Paris ve New York üzerinde çalışıyoruz. Ayrıca senede iki kere de Paris’te Place Vendome’da sergimiz oluyor. ELLE: Türk müşterilerinizle ilgili genel gözleminiz nedir? S.M.: Ah! Tasarımlarında bu kadar yoğun bir Osmanlı etkisi olan hangi tasarımcı İstanbul’u ve Türkiye’yi sevmez ki! Bu benim için neredeyse evime gitmek gibi bir his. İstanbul muhteşem bir şehir! Orada kendimi o kadar rahat hissediyorum ki! Sorunuza dönecek olursak, İstanbul’un mücevher işçiliği eski bir gelenek. Osmanlı İmparatorluğu, bu konuda eğitim ve deneyim olarak büyük bir miras bıraktı. Sanıyorum bu sebepten dolayı Türk müşterilerim oldukça duygusal ve bilgi sahibi. Ben de bu yaklaşımlarıyla aramda bir bağ hissediyorum. SELİMMOUZANNAR.COM...